Atilla Can Logo
EBRU SANATÇISIEBRU ARTIST

AKTÜEL / FRİDA'NIN SESİ

23 Temmuz 2019

Bu kategoridekilerin tümü

FRİDA

     ‘’FRİDA’NIN SESİ’’

   Kaktüs,yumurta ve kahveden oluşan kahvaltımı yaptıktan sonra sokağa çıktım. Monte Libano caddesine çağırdığım Uber taksiyi beklerken, gece yağan yağmurun toprağa sinen kokusuna, türünü anlayamadığım kuş seslerinin senfonisi eşlik ediyordu. Abartısız, her sabah, birkaç farklı kuş sesi ile uyanmak, inanılmaz bir enerji ve keyif veriyor insana. Lomas de Chapultepec de denen bu muhit; iki,üç katlı villaların,iki metreye yakın korunaklı duvarlarla çevrilmiş zengin yaşamların olduğu bir yer.

    Her sabah olduğu gibi,cadde boyunca devasa demir kapılar aralanmış, sokaklara çıkan görevliler akşam yağan yağmurun, dallardan kopardığı yaprakları  çalı süpürgelerle temizlemeye çalışıyorlardı. Öyle zannediyorum ki, dünyada bu kadar temiz sokakları olan, peyzajına önem veren  bir şehir daha yoktur. Bu husus, 30 milyonluk bir şehir için düşünüldüğünde muhteşem bir şey.

  Ben etrafı seyrederken, bir aracın tam yanımda durduğunu gördüm. Şoför, camdan bana değişik bir telaffuz ile, 

 -‘’Atilla Kan’’

dediğinde başımla onaylayıp

–‘’Si ‘’

dedikten sonra, arabanın arka koltuğuna yerleştim. Şoför hareket etmeden önce, cep telefonundan navigasyona bakıp, sesli bir şekilde mırıldanarak,

 -‘’ Calle Londres doscientos cuarenta  y siete  Coyoacan’’ 

dediğinde ben teyit ettim  ve daha sonra yola koyulduk. Arabada sırtımı koltuğa dayadım, camı biraz  araladım ve trafiğin yoğunluğuna göre yaklaşık 20-30 dakika sürecek yolculuğa başlamış olduk.

   Haziran 2019, Mexico City’de beklenen yağmur mevsimi,birkaç gündür başladı. Suya hasret toprak ,iki ay sürecek ve istisnasız her akşam üzeri yağacak yağmurun heyecanını yaşarken, yine bu bereket mevsiminde,çok farklı bir konu hakkında heyecan ve hareketlilik var. Mexico City’de, televizyonlar ve radyolar hep bir ağızdan çok önemli bir olayı, Frida Kahlo’nun ses kaydının bulunmuş olma ihtimalini konuşuyor. Meksika’nın Kültür Bakanı Alejandra Frausto açıklamasında,bulunan ses kaydının Frida’ya ait olup olmadığını araştırdıklarını söylüyor.

   Meksika’da bulunan Ulusal ses Kütüphanesinde bulunmuş olan bu kaydın, 1955 yılında bir radyo programında yapılmış bir kayıt olduğundan bahsediliyor. Frida’nın ölümünden bir yıl sonra, bu kaydın Radyoda yayınlanması akıllarda bu kaydın gerçekten Frida’ya ait olup olmadığı şüphesini arttırırken, şehirden hiç kimse bu şüpheyi umursamadığı gibi, bu haber; sanat çevrelerinde , basında ve halkta çoktan büyük bir heyecan kasırgası oluşturmuş durumda.

   Kayıttaki ses Fria’ya ait ise,Frida Kahlo kendi sesiyle kocası Diego için yazdığı ‘’Diego’nun Portresi’’ adlı makaleyi okuyor.
" Arkadaş canlısı bir yüzü ve hüzünlü bakışları olan dev, muazzam bir çocuktu. Koyu, karanlık, fazlasıyla zeki ve büyük gözleri nadiren yerinde dururdu, göz bebekleri bir kurbağanınki gibi kabarık ve çıkık göz kapaklarından neredeyse dışarı çıkardı.’’   

Eğer bu ses kaydı doğrulanırsa, Frida'nın ilk ve tek ses kaydı memleketi Meksika'nın tozlu arşivlerinden çıkmış olacak. Dünyanın kalbi taşikardi ritminde atarken, beni en çok etkileyen ise ,buradaki heyecanın tam ortasında olmam ve bir ülkenin, dünyanın, bir sanatçının sesine  bile çok kıymet veriyor olması hususudur.


 Mexico City sokaklarında ilerleyen aracım büyük bir heyecan içinde beni Frida'ya götürürken,bir yandan da camdan etrafı seyrediyorum. Tıpkı bir filmin içindeymişsiniz gibi geçen bu yolculukta,her saniye farklı bir görüntü görmek,o görüntüleri hafızama fotoğraflamak güzel duygular oluşturuyor bende.

  Araç kırmızı ışıkta durduğunda, Rahibe kıyafetli bir kadının çiklet satmak için açık camıma gelmesi ,şöförün

–''No gracias'' 

dedikten sonra satıcının da ısrar etmeden, nazikçe teşekkür ederek ayrılması, yol kenarlarında  belirgin bir sınıf ayrımına rağmen, zengin ve fakirin, İtalyan takım elbiselilerin ve eski ,yırtık,kirli giyimlilerin yol kenarlarında ki aynı tacos’cuda yan yana oturup birlikte kahvaltı yapması, bu ülkenin en önemli detaylarından sadece bazıları.

  Tacos’culardan yayılan mısır kokusu altındaki şehrin sokaklarında insanlar ,mutlu bir şekilde dolaşırken; sanat eseri niteliğindeki grafitiler, inanılmaz güzel duvar resimleri, rengarenk evler, benim bu şehre hayranlığımı bir kat daha arttırıyor. Ne yazık ki, bu ülkede halen  aktif volkanların olması ve 30 milyonluk şehrin araçlarının dünyanın en kirli havasına sebebiyet vermesi bu coğrafya için üzücü bir durum. Gerçi yağan yağmurlar havanın kirliliğini azaltmış gibi gözükse de,  benzinli araçlar bir karınca sürüsü gibi şehrin akciğerlerine geriye dönüşsüz kümülatif acılar  bırakarak ilerlemesine devam ediyor. Araç, uzun bir yolculuğun ardından üzerinde Londra caddesi yazan çivit mavi evin tam karşında durdu. Şöföre ücretini verdim ve araçtan indim. Sağlı sollu insan kuyruğunun olduğu ‘’La Casa Azul’’ diye adlandırılan  bu mavi ev Frida Kahlo'nun  eviydi.

  Frida Kahlo,yine bir yağmur mevsiminde,6 Temmuz 1907'de dünyaya gözlerini açtı.Ancak,yıllar sonra

-‘’benim doğum günüm7 Temmuz 1910’’

 yani Meksika devrim tarihidir diyecek kadar da,ülkesini seven ve  kendine özgüveni yüksek bir kadındı. Dört kız kardeşten biri olarak,yerli bir anne ile Macar kökenli bir babadan dünyaya gelmişti.Çocukluğu çok zor geçmişti. Çocuk felci geçirmesi ve bunun sonunda bir bacağının kısa kalması, arkadaşları tarafından,

-''Tatahta Bacak Frida,Tahta Bacak Frida…''

diye alay edilmesi ve bu sesle bir ömür boyu mücadele etmesi...

     Frida çok zekiydi.Ulusal Hazırlık Okulu’na kabul edilen ilk kadın öğrenciydi.Bu okul onun ufkunu değiştirmiş,aynı zamanda onu edebiyat ve sanat ile tanıştırmıştı. Ailesi maddi zorluklar içindeyken,evine destek olmak adına da bir matbaada  çalışmaya başlamıştı.Bir taraftan matbaada çalışmak,diğer yandan okuluna devam etmek Frida’nın  gelecekteki yaşamına yön verecek olayların bir başlangıcıydı sadece. Okulda düşünmeyi, matbaada çizim yapmayı öğrenmeye başlamıştı. Durmadan çizimler yapan Frida, geleceğin eskizlerini o günlerden itibaren karalamaya başlamıştı.

  18 yaşındaydı Frida,okuldan çıkmış eve gidiyordu.

Frida ,bindiği otobüsün hayatını değiştirecek bir  yolculuğa çıktığından habersizdi.Aniden, büyük bir gürültü oldu .Önce ne olduğunu anlamadı Frida,sonra vucudunda bir sıcaklık  olduğunu hisseti. Sıcak bir kan bacaklarından yere akarken, otobüstekilerin çığlıkları ve bağırışmaları içinde,bir tramvayın bindiği otobüse çarptığını anladı.İşin kötü olan yanı da, taramvayın bir demirinin,Frida'nın sol kalçasından girmiş,diğer  taraftan çıkmış olmasıydı.

Mücize eseri hayattaydı Frida. Apar topar hastaneye kaldırıldı.Böylelikle, uzun sürecek hastane odaları,ağır tedavi seansları başlamış oldu.Acı artık Frida’nın vucudunda misafir olacak,onları ayrılmaz ikili yapacaktı.Ömrü boyunca bu trajik olay Frida'nın yakasını hiç bırakmadı ve onu travmatik ,melankolik bir yaşam sürmesine sebebiyet verdi .Son nefesine kadar da hep böyle sürüp gitti.

   Umudunu yitirmeyen Frida’nın,  32 defa ameliyat masasına yatması,her ameliyat sonrası uzun uzun yatağa çakılı kalması,dinmeyen bel ve bacak ağrıları Frida’yı bir arayışa sürükledi.Frida'nın bir şekilde bu acıdan kaçması ve yaşananları bir şekilde geride bırakması,yaşama tutunması gerekiyordu. Sonunda Frida çıkış yolunu buldu ve  uzun süreler  yattığı yatağında, resimler yapmaya başladı.Annesi bu zor günlerinde ona destek oluyor,kızının bir gününün dahi güzel geçmesi için çaba sarfediyordu. Bir gün Frida'nın baş ucunda onunla ilgilenirken, aklına bir fikir geldi .Ranza gibi ahşaptan yapılmış yatağının üst tarafına büyük bir ayna yerleştirdi.Böylelikle Frida yattığı yerden kendisini seyredebiliyordu. Frida o günden sonra, yatağında resim yaparken,tuvale en güzel nakşettiği şey, sureti ve suretindeki acılardı.Uzun süreler yatakta yatması ve yine uzun uzun yüzüne bakması ,yüz hatlarının her yerini ezberlemiş olması, Frida'ya ömrü boyunca 55 otoportre yapmasını sağladı.Yaşamı  boyunca da otoportre dışında ise sadece 88 adet resim yapabildi.

  Frida,22 yaşına geldiğinde, gönlünü kendisinden yaşça büyük birine Diego Rivera’ya kaptırdı ve kısa bir süre sonra da onunla evlendi. Kendisinden yaşça büyük, toplumda çok önemli bir konumda olan biri olan Diego ile mutluluğu yakalayabildi mi?  Hayır. Evlilikleri içinde hep bir hüzün,üzüntü,acı ve ihanetler vardı.Bu sorunlar,bu acılar,bu mutsuzluklar Frida'nın tablolarına da yansıdı.

   Yıllarca süren acılar,doktor kontrolleri ,ilaçlar  bir türlü Frida'nın yakasını bırakmadı ve Frida, 46 yaşında iken  bir bacağının kesilmesine şahit oldu. Çocukluğunda arkadaşlarının söylediği 

-''Tahta bacak Frida''  

Sözünden kaçamamış ve protez bacağı ile gerçekten de ‘’Tahta bacak Frida’’ olmuştu.

  Bacağının kesilmesi sorunlarını kökünden kesip attı mı? Hayır....Bu olay tetikleyici problemlerin  devam etmesine sebebiyet verdi. Frida’nın durumu dahada kötüleşti. Bacağından akciğerlerine taşınan kan pıhtıları,akciğer damarlarını tıkanmasına,göğüs ağrıları ve nefes darlığı çekmesine yol açtı. Zaten acıya tahammül edemeyen Frida ,bir de üzerine nefes alamamaya başlayınca da,  47 yaşında Akciğer Embolisi tanısı ile yaşama veda etmiş oldu.

     Şimdi içinde bulunduğum bu mavi ev,Frida' nın 1954'te  ölümünden dört yıl sonra ,Dieogo Rivera tarafından müze haline getirilmiş olan evi.  Girişte duvarın solunda, Frida ve Diego'nun duvara çizilmiş resmi karşılıyor sizi. Sonra,içeride mavi bir duvarda,kırmızı bir çerçeve içine alınmış, Frida ve Diego 1929-1954 yıllarında burada yaşadı yazan bir yazı var. Evin iç avlusu, klasik Meksika tarzı yüksek duvarlarla çevrilmiş halde. Avlu ;ağaçlar,çiçekler,kaktüsler ve bitkilerin yoğun olduğu Frida'nın kuş sesleri içinde gezdiği huzurlu bir bahçeye dönüşmüş .Bu evin sahipleri sadece yeşillikle yetinmemiş,aynı zamanda bahçesine küçük bir Aztek pramidi yapmışlar ve piramidin de basamaklarını tarihi heykeller ile dizayn etmeye çalışmışlar.

   Frida'nın çalışma odasına çıktığımda ise, zeminde aşı kırmızı altıgen karolar dikkatimi çekiyor. Çok güzel ahşap bir masaya, oturma düzeneği hasırdan yapılmış bir sandalye  eşlik ediyor. Küçük kavanozlarda rengarenk toz boyalar, farklı ebatlarda fırçalar, taşınabilir resim yapmaya uygun ahşap bir çanta, boya ezme havanı Frida’nın yaşam tablosunu oluşturan öğelerden bazıları sadece. İnsanı en çok etkileyen ise,  ahşaptan yapılmış ,tıpkı bir giyotine benzeyen büyük bir şövalenin önüne konmuş tekerlekli bir sandalye. Bir an,Frida’nın bu şövaleye,tuvalleri sıkıştırıp,uzun saatler boyunca  tekerlekli sandalyesinde resim yaptığını hayâl ediyorsunuz. Bu atölye, bahçeyi gören duvardan duvara ışıklı bir pencereye sahip olsada, her köşesinde bir hüzün mevcut.Bu hüznün tek tanığı ise,onu tek başına resim yaparken sessiz bir şekilde seyreden,karşı duvardaki boydan boya olan kitaplık.Kitapları inceleye inceleye, Frida'nın acılarının  diğer tanığı olan odasına  yöneliyorum.Burada sizi, üstü  cibinlik maksadı ile kapatılmış aşap  bir yatak karşılıyor.Eğilip baktığımda yatağın ahşap tavanında büyük bir ayna yerleştirildiğini görüyorum.Bir insan kaç saat kendini seyredebilir? ,kaç saat yüzüne bakabilir ? diye yatağın başındayken beni düşündürürken, aklıma Yunan mitolojisinde geçen Echo ve Narcissus'un hikayesini geldi.

  Kahin Tressias,Narcissus'un doğduğu gün bir kehanette bulunur.Narcissus'un mutlu ve  çok uzun bir ömür süreceğini,ancak bunun bir şarta bağlı olduğunu söyler.Bu şartın ise,Narcissus'un hiçbir zaman kendi yüzünü görmemesi,yüzüne bakmaması ile gerçekleşeceğini söyler. Narcissus  büyür,çok yakışıklı bir delikanlı olduğunda ise genç kızlar bu güzelliğe aşık olurlar. Genç kızların, perilerin bu hayranlık duygusunun hiçbirine  Narcissus karşılık vermez,  onları umursamaz. Bir gün peri Echo’da bu güzelliğ görür oda diğer kızlar gibi Narcissus'a aşık olur. Narcissus,dünya güzeli bu peri kızının aşkına da karşılık vermez. Echo bu duruma çok içerlenir ,üzülür ve o günden sonra da perişan olur,günden güne erimeye başlar. Narcissus'un  aşkına karşılık alamayan genç kızlardan biri bu olayı duyunca çok öfkelenir ,Narcissus’tan intikam almak ister.Gider intikam tanrıçası Nemesis'ten yardım ister.Nemesis bu isteğe olumlu karşılık verir ve  Narcissus'un kendisine aşık olmasını sağlayacak bir sihir yapar.

Narcissus bir gün avlanırken ,yorgun ve bitkin düşer ve dinlenmek için nehir kıyısına gelir. Su içmek için eğildiğinde suyun yüzeyinde kendi yansımasını görür ve kendi suretine aşık olur.Kahin Tressias’ın kehaneti gerçekleşmiş ve Nemesis'in intikam büyüsü tutmuştur .Adeta büyülenmiş bir halde  donakalmış olan Narcissus ,saatlerce kendi yüzüne bakar.Bir kara sevdaya tutulmuşcasına ,günlerini kendini  hayranlıkla izlemekle geçirir. Ne yemek yiyebilir,ne de su içebilir. Bu izleyiş onu tüketir, onu sona doğru götürür. Vakti zamanı gelince de ve bir gün  Narcissus su başında ölür.Öldükten sonrada Narcissus’un bedeni orada Nergis çiçeklerine dönüşür. 

 Kahin Tressias  Frida ile ilgili bir kehanette bulundu mu? bilinmez ama, her daim yaşama bağlılığı, mücadeleci kişiliği Frida'yı uzun yıllar ayakta tutup, uzun bir ömür yaşatacakken, yatağının tavanına konan aynanın lanetinden midir ,Nemesis'isin büyüsünden midir bilinmez , Frida'nın  Narcissus gibi saatlerce kendi yüzünü seyretmesi, kendine hayranlık beslemesine, kendisine aşık olmasına ve  kısa ömürlü olmasına sebebiyet vermiş olabilir.

 Fridan'ın mavi evinin her karışını gezerken,hayâl dünyanız sizi hiç de rahat bırakmıyor.  yaşanmış hikayeyi bildiğinizden midir? Yoksa bu evde yaşanan acılardan mıdır bilinmez ama, burası bir müzeden çok, bir ziyaretgâh veya ilaç kokan hastane hissi uyandırıyor insanda. Tek farklılık ise hastane içinde kokan dezenfektan kokusunun yerini ağır bir hüzün kokusu almış durumda. Mavi eve sinen bu hüzün o kadar çok  derin ki ,bu hüznün yansımalarını Frida'nın resimlerinin içinde dalgalandığını görebiliyorsunuz.

    Hayat, dünyanın hayran olduğu bu kadının bedenini eritip bitirirken, sadece ismini  bitiremediğini anlıyorum ve bu ismin sonsuza dek yaşayacağını bilerek oradan ayrılıyorum. İçimde biraz hüzün, aklımda Frida'nın melankolik renkleri ile dışarı çıktığımda,  kapı önünde  Frida’lı ürünler satan satıcılar başıma toplanıyor. Bende günün anısına ,çağırdığım taksi gelinceye dek, Frida'dan izler taşıyan hediyelikler alarak ve Frida’nın evinin önündeki büyük ağaca dokunarak ,gezdiği sokakta yürüyerek vaktimi tamamlıyorum.Taksim geldiğinde, Frida ile vedalaşıyorum ve La Casa Azul'dan, mavi evden uzaklaşıyorum.

   Bindiğim taksinin dikiz aynasındaki  görüntü yavaş yavaş uzaklaşıyor ve küçülüyorken hayatın ,yaşanmışlıklar ve bitiş üzerine kodlandığını anlıyorum. Aracım Mexico City’nin mısır kokan renkli evlerinin yanından geçerken de aklıma 

-''mutlu insanlar şehrine üçüncü defa gelebilir miyim? 

diye bir soru takılıyor. 

ATİLLA CAN

Haziran 2019

Mexico City

 

http://www.gazetesanat.com/fridanin-sesi/

Site içeriği kopyalanamaz, link verilmeden başka yerde yayınlanamaz.
web tasarım ve programlama deSen